26 Aralık 2012 Çarşamba

Romantik sevgi anlayışı


Ayette, iman edenlerin en çok Allah'ı sevdikleri belirtilmiştir. Demek ki Allah'tan başkalarının sevgisi kalbinde daha güçlü olan bir kimsenin 'iman edenler'den olduğunu söylemek mümkün değildir. Bunun aksini iddia eden bir kişinin samimi olmadığı ya da Allah'ı ve dini gereği gibi tanımadığı kesindir. Zaten ayetin sonundan şirk koşanların Allah hakkında yanlış ve eksik bir bilgi ve anlayışa sahip oldukları anlaşılmaktadır.

Bu tarz kişiler, Allah'ı gereği gibi takdir edemediklerinden (Zümer Suresi, 64-65) sahip oldukları sevgi duygusunu kendi nefislerine veya başka kişilere yönlendirirler. Bunlar babaları, oğulları, kardeşleri, karıları, kocaları, sevgilileri, örnek aldıkları kimseler, hayran oldukları kişiler gibi pek çok insan olabilir. Bazı kimselerde bu sevgi insanların yanı sıra, cansız nesnelere, hatta soyut kavramlara da yönlendirilir. Para, mal, ev, araba, herhangi bir eşya, makam, mevki, iktidar gibi kavramlar putlaştırılır. Kısaca imanla doğru bir biçimde yönlendirilmeyen sevgi, beraberinde şirk koşmayı getirir. Bu sevgi akılcı olmadığı, yani Allah'a yönlendirilmediği için, romantik bir sevgidir. Allah Kuran'da böyle tutkulu bir sevginin insanlara fayda getirmeyeceğini, asıl kazancın Allah katında olduğunu şöyle bildirmiştir:

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)

Doğru olan ise, tüm bunları Allah'ın yarattığı varlıklar olarak sevmek ve onları Allah'ın vermiş olduğu birer nimet olarak değerlendirmektir. Özellikle insan sevgisi, Allah'ın yarattığı güzel bir histir. Allah Kuran'da insanı "en güzel surette" yarattığını bildirmiştir. Dolayısıyla Allah'a itaatli, güzel ahlaklı insanlara layık oldukları şekilde içli bir sevgi beslemek de güzel ahlakın bir gereğidir. Müminin duyduğu bu gerçek sevgi, dinden uzak toplumlarda yaşanan hiçbir sevgi ile kıyaslanamayacak, çok yüce, derin ve içli bir duygudur.

İlerleyen sayfalarda ise, Allah'ın bir nimet olarak insana verdiği bu yüce duyguyu yaşayamayan insanlardan söz edecek, sevgi yoluyla yaşanan şirk modelinin en sık ve yoğun rastlandığı ilişki türü olan kadın-erkek ilişkileri üzerinde özellikle duracağız.

Kadın-Erkek İlişkilerindeki Şirk Sevgisi

Kadın-erkek ilişkilerinde, Allah rızası dışında karşılıklı kurulan bağlılık ve beraberlikler, insanları şirke saptıran en önemli konulardan birisidir. Bunlar evlilik ya da toplumda giderek yaygınlaşan evlilik dışı beraberlikler şeklinde olabilir.

Bu romantik sevgi anlayışında, Allah'a karşı yerine getirmeleri gereken bütün vazifeleri birbirlerine karşı getiren, birbirlerini Allah'tan bağımsız müstakil varlıklar olarak gören, Allah'a karşı duymaları gereken hisleri birbirlerine karşı duyan "sevgililer" ortaya çıkar. Bu kişiler Allah'ı zikretmek (anmak) yerine, sürekli birbirlerini zikrederler (anarlar). Sabah gözlerini açtıklarında, kendilerini yaratmış ve onlara yeni bir gün vermiş olan Allah'ı anıp O'na şükredecekleri yerde, ilk işleri birbirlerini düşünmek, birbirlerini hayal etmek olur. Kendilerini Allah'a beğendirmeye değil de, birbirlerine beğendirmeye çalışırlar. Allah ve O'nun dini için fedakarlıkta bulunmazlar da, birbirleri için türlü fedakarlıklar gösterirler.

Kısacası bu kişiler, birbirlerini ilah edinirler. Nitekim dünyada son derece yaygın olan bu çarpık sevgi anlayışının örneklerine bakıldığında, romantik erkeklerin ve kadınların açıkça birbirlerine "sana tapıyorum" gibi ifadeler kullandıkları görülebilir (Allah'ı tenzih ederiz). Yine romantik sevgililerin birbirlerine yaptıkları konuşmalarda, yazdıkları şiirlerde "nereye baksam seni görüyorum, nereye gitsem seni düşünüyorum" gibi ifadeler yer alır. Oysa her nereye bakılsa ve her nereye gidilse düşünülmesi gereken tek varlık, alemlerin Rabbi olan Allah'tır.

Görüldüğü gibi halk arasında masum hatta makbul bir sevgi çeşidi olarak görülen romantik aşk, gerçekte Allah katında lanetlenmiş olan "şirk koşma"nın bir parçasıdır. Ne var ki "gerçekleri ters yüz eden şeytan" her konuyu olduğu gibi bu kavramları da aslından çarpıtarak insanlara süslü göstermekte, insanların çoğu da şeytanın gösterdiği yolu izlemektedir:

Andolsun Allah'a, senden önceki ümmetlere de (elçiler) gönderdik, fakat şeytan onlara yapıp ettiklerini süslü göstermiştir; bugün de onların velisi odur ve onlar için acı bir azab vardır. (Nahl Suresi, 63)

…Kendi yaptıklarını şeytan süsleyip-çekici kıldı, böylece onları yoldan alıkoydu. Oysa onlar görebilen kimselerdi. (Ankebut Suresi, 38)

Kuran'da, bu tür romantik ilişkilerde kadınlara karşı beslenen tutku dolu sevgiye özellikle dikkat çekilir. Bu kadın, kişinin karısı, sevgilisi, hatta uzaktan "platonik" olarak sevgi beslediği herhangi bir kadın da olabilir. Eğer bu, Allah'ı unutturan, Allah'ı gereği gibi anmayı engelleyen, Allah sevgisine tercih edilen, kalpten Allah sevgisini çıkarıp da onun yerine konulan bir sevgi türüyse, kişiyi doğrudan şirke sürükler. Kuşkusuz aynı tehlike yalnızca erkekler için değil kadınlar için de geçerlidir.

Romantik kadın-erkek ilişkisini alabildiğine yaşayan kimseler çoğu zaman bu gerçeklerden habersizdir. Kendilerini yine kendi elleriyle içine attıkları tehlikenin bilincinde değildirler. Çünkü çoğu, çocukluklarından beri toplumdan aldıkları çarpık telkinlerin ve kendilerine doğru yolu gösterecek tek rehber olan Kuran'dan habersiz olmalarının bir sonucu olarak, işlediklerinin Allah katında bir suç olduğunun farkında değildirler. Allah'ın dininden uzak yaşadıkları için, daha önce de belirttiğimiz gibi, büyük bir batağın içinde olmalarına rağmen kendilerini doğru yolda zannetmektedirler. Yalnızca Allah'a iman etmedikleri için, akıl ve anlayışları körelmiştir.

Akılsızlık içinde yaşanan söz konusu şirk sevgisi, birbirlerini ilah edinmiş olan kadın ve erkekleri bazen çok büyük felaketlere sürükler. Örneğin, birbirine aşık iki gencin birlikte intihar etmekten zevk alacak derecede akılları kapanabilir. Dünya şartlarının, biraraya gelmelerini engellediği iki genç aşklarını sözde "ebedileştirmek", "ruhlarının sonsuza kadar birlikte olması" gibi anlamsız ve gerçek dışı telkinlerle elele tutuşup bir köprüden atlayabilirler. Oysa bunu yaparken, aslında kendilerini cehennem çukuruna attıklarının farkında değildirler. Haram olan bir fiili bir mahsur görmeden gerçekleştirmekte ve öldüklerinde Allah'a kavuşacaklarına değil birbirlerine kavuşacaklarına inanmaktadırlar. Son anda ölüm meleklerini gördüklerinde bunu anlarlar, ancak artık iş işten geçmiştir. Gazetelerde sık sık ümitsiz aşıkların intiharlarından, geride bıraktıkları duygusal mektuplardan bahseden haberlere rastlamak mümkündür. Tüm bunlar romantizmin insanların akıllarını ve şuurlarını ne derece kapatabildiğinin somut örnekleridir.

Ne var ki, bu dünyada romantizm nedeniyle gözü kapalı bağlandığı, ilah edindiği eşini kişi ahirette kendi nefsini kurtarmak için fidye olarak vermeye kalkacaktır. Çünkü gözündeki perde kalkmış, kendisine vaat edilen azabın gerçek olduğunu anlamıştır. Ayette bu kimselerin ahiretteki tavırları şöyle tarif edilir:

Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister;
Kendi eşini ve kardeşini,
Ve onu barındıran aşiretini de;
Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. (Mearic Suresi, 11-14)

Bir başka ayette de aynı durum şöyle tasvir edilir:

Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar; Annesinden ve babasından,
Eşinden ve çocuklarından, O gün, onlardan her birisinin kendine yetecek bir işi vardır. (Abese Suresi, 34-37)

Şirke dayalı romantik sevgi anlayışı toplumda "aşk", "romantizm", "saf ve temiz duygular" vb. şeklinde masum gösterilir, hatta yüceltilip teşvik edilir. Özellikle genç yaştaki insanları etkisine alan bu romantizm telkini akıl ve şuurun gelişmesini engellediği için, dinden, imandan, yaratılış amaçlarından haberleri olmayan, Allah'ı unutmuş, Allah sevgisini, Allah korkusunu bilmeyen, şirki doğal bir davranış, bir yaşam tarzı haline getirmiş sapkın nesiller ortaya çıkmaktadır.

Televizyonlarda ve filmlerde romantizm ve duygusal konular çok yoğun bir şekilde insanlara empoze edilir. Duygusallık adeta insanın doğal bir ihtiyacı olarak öne sürülür. Romantizm şarkılarda, şiirlerde, kitaplarda en revaçta, en ön planda işlenen temadır. Şeytan duygusallığın insanların akletmelerini, gerçekleri görmelerini, Allah'ı anmalarını, yaratılış amaçlarını ve ahireti düşünmelerini engelleyen, onları dini yaşamaktan uzaklaştıran, şirke batıran bir illet olduğunu çok iyi bilir. Bu yüzden her kesimdeki ve her sektördeki yandaşlarını, duygusallık telkinini en yoğun ve sık olarak ayakta tutacak biçimde yönlendirir.

Bu nedenle, şirk koşmayı yalnızca taştan tahtadan putlara secde etmek sananlar, bu dünyada kendilerini müstağni görüp ahirette de "Rabbimiz olan Allah'a andolsun biz müşriklerden değildik" (En'am Suresi, 22) diyenlerden olmaktan çok sakınmalıdırlar.

Müminlerin Sevgisi

Kısacası sevgi duygusunun Allah'tan başkasına, O'nun yarattıklarına yönlendirilmesi şirki ortaya çıkaran önemli bir sebeptir. Müminler ise, daha önce de belirttiğimiz gibi yalnızca Allah'ı severler, diğer müminleri ve Allah'ın yarattıklarını da onlarda Allah'ın tecellilerini, Allah'ın sıfatlarını gördükleri için Allah adına severler. Allah'tan bağımsız, müstakil varlıklar olarak sevmezler. Bu da halis imanın şartı ve göstergesidir.

Müminin sevgisi berrak, nurlu, kalpte ferahlık oluşturan bir sevgidir. Çünkü sevgisinin gerçek muhatabı Allah'tır. Bu yüzden, dünyada Allah'ın tecellilerini barındırdığı için sevdiği bir kimse veya varlık ölünce veya sevdiği bir eşya kaybolunca, kendisinden alınınca mümin üzülmez, bir mahrumiyet, ayrılık acısı çekmez. Çünkü sevdiği varlıktaki maddi manevi bütün güzelliklerin, tecellilerin gerçek sahibi Allah'tır. Allah ölmez, yok olmaz, ebedi ve ezelidir. Hepsinden önemlisi kendisine şah damarından daha yakındır. Öyleyse bir sorun yoktur. Allah, yalnızca kendisini imtihan etmek için geçici olarak bazı tecellilerini geri almıştır. İmanını ve bu anlayışını sürdürdüğü sürece dilerse bu dünyada dilerse ahirette sonsuza dek kendisine çok daha yoğun olarak pek çok güzel sıfatıyla tecelli edecektir. İşte bu sırrı kavradığı ve katıksız gerçek imana kavuştuğu için mümine üzüntü ve acı verecek hiçbir durum söz konusu olmaz. Allah müminin bu ruh halini şöyle tarif eder:

Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra doğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Ahkaf Suresi, 13)

23 Aralık 2012 Pazar

Müslüman Kadın İffetli ve Onurludur


Allah, "Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır." (Kehf Suresi, 46) ayetiyle, insanlara çok önemli bir bilgi vermiştir: kimi insanların büyük önem verdikleri, tüm hayatlarını uğruna adadıkları ve elde etmeye çalıştıkları dünyevi değerlerin hepsi geçici güzelliklerdir. Asıl değerli ve kalıcı olan ise, insanların sahip oldukları manevi değerler ve tüm bunlarda gösterdikleri sürekliliktir. Ancak bu gerçeği göz ardı eden kimi insanlar, gerçek değerin, onur ve saygınlığın; zenginlik, itibar, mal mülk sahibi olmak gibi unsurlarda olduğunu sanarak, bunların peşinde koşabilmektedirler. Aynı şekilde çevrelerindeki insanları da bu ölçülere göre değerlendirip, onlara da, sahip oldukları bu maddi özelliklere göre saygı, sevgi ve hayranlık duyabilmektedirler.

Oysa tüm bunlar Allah'ın insanların kullanımına verdiği nimetlerdir; ancak insanları hem Allah Katında hem de dünya hayatında değerli ve üstün kılan özellikler ise çok daha farklıdır. Onur, iffet ve vakar, bunların başlıcalarındandır. Bu kavramlar, müminin takvasını ortaya koyması dolayısıyla, bir insana değer ve anlam kazandıran, gerçek anlamda saygı ve sevgi uyandıran özelliklerdir. Dünyanın en zengin, en güzel ya da en üst makamına sahip insanı olunsa dahi, bunların hiçbiri kişiye iffetli, vakarlı ve onurlu bir insanın asaletini ve üstünlüğünü kazandıramaz. Bu özelliklere sahip olan insanın doğal bir heybeti ve güzelliği, doğal bir ruh derinliği vardır. Allah, "Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz ve sizi 'onurlu-üstün' bir makama sokarız." (Nisa Suresi, 31) ayetiyle, onuru, Kuran ahlakını yaşamada samimi bir çaba gösteren, Kendisi'nden gereği gibi korkup sakınan kimselere vereceğini bildirmiştir. Bir başka ayette ise Allah, gerçek onuru Kuran ahlakını yaşayan insanlara vereceğini şöyle bildirmiştir:

Gerçek şu ki, sadaka veren erkekler ile sadaka veren kadınlar ve Allah'a güzel bir borç verenler; onlar için kat kat artırılır ve 'kerim (üstün ve onurlu)' olan ecir de onlarındır.
(Hadid Suresi, 18)


Gerçek onur, insanın sahip olduğu Allah korkusu ve ahiret inancı nedeniyle, küçük insanlarla küçülmemesini, basit davranışlara, küçük çıkarlar elde etmek için küçük sahtekarlıklara, yalana, ikiyüzlülüğe tenezzül etmemesidir. İnsanların cahilce tavırlarına olgun davranışlarla ve güzel ahlakla karşılık vermesidir. Mümin kadın da Allah'a olan derin imanı ve korkusu nedeniyle, onurlu ve vakarlı bir kişilik sergiler. Kuran ahlakına uygun bir tavır sergilemenin insanı daima üstün konuma getireceğini bilerek, Allah'ın beğendiği tevazulu ve teslimiyetli ahlakından hiçbir zaman taviz vermez.

Allah Kuran'ın pek çok ayetiyle iffetin önemine ve kadına kazandırdığı değere de dikkat çekmiştir. Allah, tüm alemlerin kadınlarına Hz. Meryem'in ahlakını ve iffetini örnek verdiğini bildirerek, bu özelliğin insana kazandırdığı üstünlüğü hatırlatmıştır:

Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti.
(Al-i İmran Suresi, 42)


Allah Kuran'ın diğer ayetlerinde ise iffetin mümin kadının önemli bir belirleyici özelliği olduğunu şöyle hatırlatmaktadır:

İçinizden özgür mümin kadınları nikahlamaya güç yetiremeyenler, o zaman sağ ellerinizin malik olduğu inanmış cariyelerinizden (alsın.) Allah sizin imanınızı en iyi bilendir. Öyleyse onları, fuhuşta bulunmayan, iffetli ve gizlice dostlar edinmemişler olarak velilerinin izniyle nikahlayın...
(Nisa Suresi, 25)

... Mü'minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı.) Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır.
(Maide Suresi, 5)


Bir başka ayette ise Allah, iffetin önemini "... onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur..." (Ahzab Suresi, 59) ifadesiyle bildirmiştir. İffet bir kadına saygınlık ve onur kazandırmakta ve onun toplum içerisinde eziyet görmesini engellemektedir. 

Mümin kadınlar, Allah'ın Kuran'da bildirdiği tüm sınırlara en güzel şekilde uyarak onur, vakar ve saygınlık kazanmış olurlar. Böyle bir insanın tüm tavırlarından, konuşmalarından, hareketlerinden, yüzündeki ifadeden, bakışlarından, gülüşünden ne kadar iffetli ve vakarlı bir kimse olduğunu anlayabilmek mümkündür. İffetli bir kadının doğal bir asaleti, insani bir heybeti ve güvenilir bir kişiliği vardır. Nitekim Allah yukarıdaki ayette de, müminlerin bu özellikleriyle 'tanındıklarına' dikkat çekmiştir. Kuran'ın bir başka ayetinde ise "... Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir..." (Fetih Suresi, 29) ifadesiyle, Allah müminlerin yüzlerinden tanındıklarına dikkat çekmiştir.

20 Aralık 2012 Perşembe

Müslüman Kadın Boş İşlerden Sakınır


Allah Kuran'ın bir ayetinde iman edenleri "Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir." (Müminun Suresi, 3) sözleriyle tanımlamıştır. 'Boş işlerden ve boş sözlerden yüz çevirmek' önemli bir mümin özelliğidir. Bir başka ayette ise Allah, "Ki onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir." (Furkan Suresi, 72) sözleriyle, müminlerin böyle bir tavır ile karşılaştıklarında onur ve asaletlerinden ödün vermediklerine ve bu ahlakı yaşayan insanlara uyum sağlamadıklarına dikkat çekmiştir.

Boş sözlere dalmak ya da boş işlerle oyalanmak, cahiliye toplumlarındaki kadın karakterinde sıkça görülebilen tavırlardır. Önceki başlıklar altında da değinildiği gibi, kendilerine büyük idealler edinmedikleri takdirde, bu ahlakın hakim olduğu kadın karakterinde önemli olan belli başlı konular vardır. Bunlar arasında kendilerine, ailelerine ya da çevrelerine fayda sağlayanları olduğu gibi, tamamen kendilerini oyalamak için edindikleri birtakım alışkanlıklar da yer almaktadır. Bunlardan en bilinenleri; haftanın belirli günlerinde yapılan arkadaş toplantılarında vakit harcamak, tüm günü hiçbir fayda sağlamayan programlar izleyerek televizyon karşısında geçirmek, saatler süren telefon konuşmalarında ya da ev sohbetlerinde küçük büyük her konudan şikayet edip yakınmak, dedikodu yapmak, insanların kusurlarını dile getirmek gibi tavırlardır. Tüm bunların ortak özelliği ise, genellikle ne kendilerine ne de başkalarına hiçbir fayda sağlamayacak, alışkanlıklar oluşudur.

Allah Kuran'ın "Onların kalpleri tutkuyla oyalanmadadır..." (Enbiya Suresi, 3) ayetiyle, Allah'a iman etmeyen insanların bu özelliklerine dikkat çekmiş ve bu kimselerin kalplerinin dünya hayatına dair işlere karşı tutku dolu bir oyalanma içerisinde olduğunu bildirmiştir.

Müslüman kadın ise, cahiliye ahlakının kadın karakterine ait tüm bu özelliklerden uzak bir kişilik sergiler. Allah'ın insan için dünya hayatında çok kısıtlı bir ömür süresi belirlediğini ve zamanın hızla tükendiğini bilmektedir. İnsanların ahiret hayatında Allah'ın sonsuz cennetini, rahmetini ve rızasını kazanabilmek için ellerindeki tek imkan ise dünya hayatındaki bu ömür süreleridir. Bu nedenle Müslümanlar yaşadıkları her anın kendileri için çok kıymetli olduğunu bilerek hareket ederler. Tek bir anlarını bile boş bir işle oyalanarak, boş sözlere dalarak geçirmelerinin büyük bir kayıp olacağının ve bunun, ahirette insanın büyük bir pişmanlık duymasına neden olabileceğinin farkındadırlar. Her anlarını bu dikkat açıklığı ile geçirir ve daima Allah'ın rızasını kazanabileceklerini umdukları işlere yönelirler. Allah'ın "Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır." (Al-i İmran Suresi, 114) ayetiyle bildirdiği gibi, yaşadıkları her anı Allah'ın rızasını kazanabilmek için 'hayırlarda yarışarak' geçirirler.

18 Aralık 2012 Salı

Müslüman Kadın Cesurdur


Cahiliye toplumunda erkeklerin de sık sık dile getirdikleri, kadınlar hakkındaki genel tespitlerden biri, zorluklar karşısında gereken sabrı ve olgunluğu gösteremedikleri yönündedir. Kadınların bu tür durumlarda olayları daha da zorlaştırdıkları, karşılarındaki insanlara yük olan bir tavır içerisine girdikleri düşünülür. Gerçekten de kimi kadınların tehlike ya da zorluklarla karşılaştıklarında heyecana kapılıp beceriksizleşmeleri, tedbirsizce tavırlar sergileyebilmeleri, olayları daha da tırmandırıp çevrelerindeki insanları da telaşa kaptırabilmeleri söz konusu olabilmektedir. Erkekler ciddi boyutlarda tehlike içeren olaylarla karşılaştıklarında dahi, çoğunlukla soğukkanlılıklarını koruyup, olaylara gözüpek ve cesur bir tavırla yaklaşabilirlerken, kimi cahiliye kadınları sıradan günlük olaylar karşısında dahi paniğe ve korkuya kapılabilmektedirler. Bu panik ve korku ile, olayları daha da içinden çıkılmaz hale getirip, içerisinde bulundukları durumu çok daha zorlaştırabilirler. Bu nedenle bu tür durumlarda çoğu zaman erkekler, bir yandan karşılaştıkları zorluklara çözüm getirmeye çalışırken, bir yandan da yanlarındaki kadınların bu olumsuz tavırlarını yatıştırmakla uğraşmak zorunda kalırlar.

Müslüman kadınlar için ise böyle bir durum söz konusu değildir. Allah'a karşı olan sevgileri, güvenleri, bağlılıkları ve teslimiyetleri onlara güçlü bir cesaret, gözükara ve yiğit bir karakter kazandırır. Allah'ın insanları zorluklarla deneyeceğini; bunlar karşısında cesaret ve teslimiyetle Allah'a bağlılıkta kararlılık gösterenleri ise rahmetine kavuşturacağını bilirler. Bu da onları daha kararlı ve şevkli kılar. Allah Kuran'da iman sahiplerinin bu özelliklerini şöyle bildirmiştir:

Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever.
(Al-i İmran Suresi, 146)

Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz."
(Bakara Suresi, 156)

Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 173)

Müslüman kadının bu cesareti, dünya hayatına dair hiçbir kaygı yaşamıyor olmasından kaynaklanır. Allah'a olan derin teslimiyeti ve güveni, mal ya da can kaygısına kapılmasını engeller. İnsanı Allah yaratmıştır ve hayatına son verecek olan da yine ancak O'dur. Aynı şekilde dünya hayatında sahip olduğu maddi manevi tüm nimetleri; sağlığını, gençliğini, malını, mülkünü herşeyini kendisine veren Allah'tır. Bunları alacak olan yine ancak Allah'tır. Mümin kadın, Allah'ın herşeyi hayır ve hikmet üzerine yarattığını bildiği için, bunlardan herhangi birine zarar geldiğinde de, bunun Allah'tan bir güzellik ve bir hayır olarak kendisine ulaşacağını bilmenin rahatlığını yaşar. Bundan dolayı, bir tehlike, zorluk ya da risk durumu ile karşı karşıya kaldığında asla yılgınlığa kapılmaz.

Bunun yanı sıra Müslüman kadının cesareti onun Allah'ın sınırlarını koruma konusundaki kararlılığından da anlaşılır. Şartlar ne olursa olsun, Kuran ahlakından kesinlikle taviz vermez. Allah'tan başka hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkmaz; Allah'ın rızasına en uygun davranışı sergilemekte hiç tereddüt etmeden büyük bir kararlılık gösterir. Allah iman edenlerin bu özelliklerini Kuran'da şöyle bildirmiştir:

Ki onlar, Allah'ın risaletini tebliğ edenler, O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter. (Ahzap Suresi, 39)

15 Aralık 2012 Cumartesi

Müslüman Kadın Dürüsttür


Allah Kuran'ın "Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve sözü doğru söyleyin. Ki O (Allah), amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın..." (Ahzab Suresi, 70-71) ve "... yalan söz söylemekten de kaçının." (Hac Suresi, 30) ayetleriyle insanlara yalandan sakınıp doğru söz söylemelerini hatırlatmıştır. Allah, gerçekleri ters yüz ederek yalan söylemenin pek çok kötülüğü de beraberinde getirip kişiyi şeytanla dostluğa sevk ettiğini bildirmiştir:

Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi? Onlar, 'gerçeği ters yüz eden,' günaha düşkün olan her yalancıya inerler. Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler.
(Şuara Suresi, 221-223)


Müslüman kadın, Allah'ın "Kahrolsun, o 'zan ve tahminle yalan söyleyenler'" (Zariyat Suresi, 10) ayetiyle bildirdiği gibi, yalanın Allah'ın beğenmediği ve yasakladığı bir tavır olduğunu bilerek hayatı boyunca bu tavırdan sakınır. İnsanın dünyada söylediği her sözün, ahirette karşısına çıkacağını bilir. Hayır adına söylenen her söz Allah'ın rahmeti ve nimetiyle karşılık görürken, yalan yere söylenen sözler de insanların üzerine büyük bir yük ve sorumluluk olacaktır. Bu nedenle mümin kadın her sözünü, ahirette Allah'a hesabını vereceğini düşünerek konuşur. 

Yalan, ahirette insanı zarara uğratacaktır. Ancak dünya hayatında da insana hiçbir kazanç sağlamadığı da unutulmamalıdır. Yalan söz, insanı daima maddi ve manevi kayıplara uğratır. Yalan söyleyerek insanlara karşı ikiyüzlü ve samimiyetsiz bir tavrı benimseyen insanın yüzüne samimiyetsiz ve sahtekar bir ifade çöker. İçten içe insanları aldattığını, dürüst ve samimi olmadığını bildiği için, kendisine olan saygısını kaybeder. Aynı şekilde, yalan söyleyerek kandırdığını düşündüğü insanlara karşı olan saygısını da yitirir. Onların kendi samimiyetsizliğini fark edemediklerini düşünmesi, bu insanlara karşı kibirli bir bakış açısı geliştirmesine ve onları küçük görmesine neden olur. Ayrıca bir yalan, genellikle peşinden daha pek çok yalanı daha getirir. Kişi yalanını gizleyebilmek için her seferinde onu daha da geliştirmek zorunda kalır. Hayatı boyunca da sürekli olarak yalanlarının ortaya çıkma korkusu içerisinde yaşamaktan, çevresindekilere karşı da samimiyetsiz bir yaklaşım içinde olur. Bu kimselerin samimiyetsizliklerini ve yalan sözlerini Allah dünyada veya ahirette bir gün mutlaka ortaya çıkaracaktır.

Doğru söz ise daima insanı üstün konuma getirir ve yüceltir. Allah güzel söz ile kötü sözün farkını Kuran'da şöyle bir örnekle anlatmıştır:

Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. Kötü (murdar) söz ise, kötü bir ağaç gibidir. Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkanı) kalmamıştır. Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp-saptırır; Allah dilediğini yapar.
(İbrahim Suresi, 24-27)


Müslüman kadın, doğru sözün ve dürüstlüğün getireceği bereketin ve hayrın farkındadır. Bu nedenle kendisinin zor durumda kalacağını ya da yakınlarının zarar göreceğini bilse bile, dürüstlüğünden hiçbir zaman için ödün vermez. Mertlikle, açık sözlülükle hak olan ne ise onu söyler. Allah Kuran'da müminlerin göstermesi gereken bu ahlakı şöyle bildirmiştir:

Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.
(Nisa Suresi, 135)


Allah ayrıca, bir başkasına karşı duyulan kızgınlık ya da öfkenin de insanı doğru sözden ve dürüstlükten uzaklaştırmamasını şöyle hatırlatmıştır:

Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.
(Maide Suresi, 8)


Cahiliye toplumlarında yalan kimi kadınların da sıkça başvurabildikleri bir yöntemdir. Kimi zaman en yakınlarına; ailelerine, eşlerine, çocuklarına, kardeşlerine ya da arkadaşlarına bile yalan söyleyebilmektedirler. Bunların her biri için kendilerine bir mazeret uydurmuşlardır. Bazı yalanların zararsız olduğunu, insanların iyiliği için yalan söylemenin meşru olacağını, küçük yalanların yalandan sayılmayacağını iddia ederler. Örneğin gittikleri yeri, görüştükleri insanları, paralarını nereye harcadıklarını eşlerinden gizlemelerinin, her evlilikte olabilecek zararsız yalanlar olduğunu ve bunların hiçbir kötülüğü olmayacağını savunurlar. 

Oysa yalana dair savundukları bu mantıkların hiçbiri doğru değildir. Allah insanlara yalan söylemeyi yasaklamıştır. Yalan aynı zamanda şeytanın bir özelliğidir. Bilindiği gibi Şeytan, Hz. Adem'in cennetten çıkarılmasını sağlayabilmek için yalana başvurmuştur.

Müslüman kadın Kuran'ı ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini kendisine rehber edinmesi dolayısıyla yalanın insanı nasıl bir yola doğru sürüklediğini bilir ve bu tavırdan titizlikle sakınır. Her ne olursa olsun, dürüstlüğün insanı her zaman için saygın kılacağını ve doğru sözün kişiyi mutlaka hayra yönelteceğini bilerek bu ahlakında kararlılık gösterir.

14 Aralık 2012 Cuma

Müslüman Kadın Samimidir


Samimiyet, insanın içiyle dışının bir olması, kalbinde hissettiklerini karşısındaki insana da olduğu gibi yansıtması, alabildiğine dürüst, açık ve net olmasıdır. Gerçek düşüncelerini ve gerçek kişiliğini hiç saklamadan, hiç hesap yapmadan, kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmadan açıkça ortaya koymasıdır. Samimiyetin önemli bir özelliği ise, kalpte yaşanmadığı takdirde dışarıya karşı hiçbir şekilde taklidinin yapılamamasıdır. Samimi insanın tüm tavırları doğal ve içinden geldiği şekildedir ve bu doğallık da insanlar üzerinde çok derin ve olumlu bir etki oluşturur. Samimi insanın bakışları, konuşmaları, üslubu, mimikleri çok doğal ve etkileyicidir.

Ancak pek çok insan samimiyetin bu gücünden ve etkisinden habersizdir. Bu nedenle de, ancak samimiyet ile kazanılabilen bu özellikleri çok farklı tavırlarda ararlar. Kimi insanlar karşılarındaki kişileri etkilemek için yapmacıklığa başvururlar. O kişinin en çok hangi tavırlardan, hangi düşüncelerden etkileneceğini düşünüyorlarsa, içlerinden gelmediği ya da o şekilde düşünmedikleri halde, karşı tarafı hoşnut edebilmek için o şekilde görünmeye çalışırlar. Çevrelerindeki insanların birbirlerinden çok farklı karakter özelliklerine sahip olmaları nedeniyle de, her birinin yanında farklı bir kişiliğe bürünmeye, farklı tavırlar sergilemeye, farklı düşünceleri savunuyormuş gibi görünmeye çalışırlar. Oysa bu çok samimiyetsiz bir yaklaşımdır ve insanı ikiyüzlü davranmaya yöneltir. Sonuçta tüm bu sahte tavırlar ve düşünceler, kişinin gerçek karakterini yansıtmadığı için karşı taraf üzerinde beklenilen etkiyi oluşturmaz. Hatta tam tersine iticilik, soğukluk ve uzaklık meydana gelir. Bu kişinin gerçek kişiliğini gizlediğini ve her tavrının yapmacık olduğunu bilmek, karşısındaki kişi üzerinde bir tedirginlik oluşmasına neden olur.

Allah Kuran'da, kendilerini insanların rızasını ve hoşnutluğunu kazanmaya adamış bu insanların durumunu şöyle bir örnekle açıklamıştır:

Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar.
(Zümer Suresi, 29)


Allah'ın Kuran'da bildirdiği gerçeklerden uzak yaşayan cahiliye insanları, samimiyetsizliğin Allah Katındaki ve insanlar üzerindeki karşılığını gereği gibi düşünmedikleri için yapmacık tavırlara bürünmekte bir sakınca görmezler. Yapmacıklık özellikle de cahiliye toplumlarındaki kadın karakterinde görülebilmektedir. Kimi kadınlar arkalarından konuştukları, aslında hiç hoşlanmadıkları, saygı duymadıkları insanların yüzlerine karşı ortak menfaatleri nedeniyle, samimiyetsiz bir sevgi ve ilgi gösterebilirler. Çekinmeden birbirlerine yalan söyleyip aldatabilir, bir insan hakkındaki olumsuz kanaatlerini gizleyip, sorulduğunda tam tersi yönde bilgi verebilirler. Aynı şekilde çok sevdikleri, değer verdikleri insanlara karşı çeşitli sebeplerle bu duygularını gizleyip tam tersi bir izlenim de vermeye çalışabilirler.

Müslüman bir kadın ise kalbindeki Allah korkusu nedeniyle bu tür tavırlardan titizlikle kaçınır. Hiçbir zaman için küçük menfaatler uğruna insanların hoşnutluğunu kazanmaya çalışmaz. Tüm bunların, insanı hem Allah Katında hem de insanların gözünde küçük düşürecek basit tavırlar olduğunu bilir ve hiçbir zaman için tenezzül etmez. Amacı hayatının her anında Allah'ın rızasını kazanabileceği davranışlarda bulunabilmektir. Allah'ın beğendiği ahlakın ise ancak samimiyet ile yaşanabileceğini bilmektedir. Allah'ın "... O, sinelerin özünde olanı bilendir." (Şura Suresi, 24) ayetiyle bildirdiği gibi insanların kalplerinde gizlediklerini bildiğinin şuurundadır. Allah bu gerçeği bir başka ayette "Sözü açığa vursan da, (gizlesen de birdir). Çünkü şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir." (Taha Suresi, 7) şeklinde bildirmiştir. Bu nedenle insanın, kalbinde olanı çevresindeki insanlardan gizlemesinin kendisine hiçbir faydası olmaz. Allah bunu zaten bilmektedir. İnsanın, bu gerçeğe rağmen, insanları aldatmaya çalışması büyük bir samimiyetsizlik olur. 

Bunun yanı sıra Müslüman kadın, insanların rızasını kazanmanın kişiye ne dünyada ne de ahirette bir fayda sağlamayacağını da bilmektedir. Allah Kuran'da Kendisi'ne şirk koşulmasını affetmeyeceğini bildirmiştir. Bu nedenle iman sahipleri şirkten ve insanların rızasını kazanmaya yönelik tüm tavırlardan titizlikle sakınırlar. Bu da, onların samimiyette bir ömür boyu kararlılık göstermelerini sağlar.

13 Aralık 2012 Perşembe

Müslüman Kadın Duygusal Bir Kişilik Göstermez


Duygusallık, din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda olumsuz bir tavır olarak algılanmaz. Hatta duygusallığın aslında her insanın karakterinde az çok olması gereken önemli bir özellik olduğuna inanılır. 
Bu düşünceye göre duygusallığın neden olduğu tavırlar, yaşanması gereken insani duygulardır.Bu nedenle duygusallıktan kaynaklanan 'alınma, yakınma, darılma, ağlama, içine kapanma, durgunluk, kıskançlık, kızgınlık' gibi tavır bozukluklarının, 'insanın içinden gelen duygular' olduğunu öne sürerek olabildiğince teşvik ederler.

Oysa bu düşünce tümüyle yanlıştır. Özellikle de cahiliye toplumlarında yaşanan kadın karakterinde görülen duygusallık, insanın zayıf bir kişilik göstermesine neden olur. Kişi olaylar karşısında duygularının kendisini yönlendirdiği şekilde hareket ettiği için akılcılıktan büyük ölçüde uzaklaşır. Mantıklı ve doğru düşünemeyecek, isabetli çıkarımlar yapamayacak hale gelir. 

Müslüman kadın, tüm hayatını ve kişiliğini Kuran'a göre belirlemesi sebebiyle, nefsin bu özelliği ve ona karşı nasıl bir mücadele verilmesi gerektiği konusunda en doğru bilgilere sahiptir. Duygusallığın, insanın aklını perdelediğini, doğru düşünebilmesini, gerçekleri olduğu gibi görebilmesini engellediğini, insanı zayıf, dirençsiz ve güçsüz hale getirdiğini bilir. Ayrıca cahiliye ahlakının getirdiği kadın karakteriyle özdeşleşen duygulanmak, üzüntüye kapılmak, ağlamak, söylenmek, öfkelenmek, kıskançlığa kapılmak, içine kapanmak gibi tavırların, iman sahibi bir insanın karakteriyle bağdaşmayacak özellikler olduğunun da şuurundadır. Çünkü tüm bu tavırlar, Allah'ın beğenmediği ve sakınılması gereken davranışlardır. Bu olumsuz tavırların her biri, insanın temeldeki bazı inanç bozukluklarından ve birtakım gerçeklerin yeteri kadar şuuruna varamamış olmasından kaynaklanmaktadır.

Kolaylıkla hüzne kapılan, ağlayan, öfkesine yenik düşen, kıskançlığa kapılan, durgunlaşıp sessizleşen, içlerine kapanan insanlar, Allah'ın gücünün, herşeyi hayır, hikmet ve adaletle yarattığının, istediği an istediği herşeyi gerçekleştirebileceğinin, insanların dualarına karşılık vereceğinin bilincinde değillerdir. Olaylar karşısındaki tüm üzüntüleri, öfkeleri, kıskançlıkları hep bu bakış açısındaki yanlışlıklardan ve inanç bozukluklarından kaynaklanmaktadır.

Allah'a gönülden bir bağlılık, içten bir teslimiyet, her olayın Allah'ın kontrolünde olduğunu bilerek, herşeyi hayır gözüyle değerlendirmek, insanın duygularına kapılıp olumsuz tavırlarda bulunmasını engeller. Müslüman bir kadın Allah'a olan güçlü sevgisi ve derin Allah korkusu nedeniyle duygusallığın neden olduğu tüm tavır bozukluklarından titizlikle sakınır. Müslüman kadın, Allah'ın "Ve onlar: "Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl," diyenlerdir." (Furkan Suresi, 74) ayetiyle bildirdiği şekilde, tüm tavırlarıyla, kişiliğiyle, yüksek ahlakıyla insanlara örnek olmayı hedefleyen bir insandır. Bu da ona hiçbir olay karşısında yıkılmayan güçlü bir kişilik kazandırır.

Mümin kadınlar, özellikle kadın ahlakında yaygın olarak görülen bu tavırdan sakınıp güçlü bir kişilik sergilemenin, bu karakteri benimseyen kadınlar için güzel bir örnek olacağını bilir, bu şuur ve sorumluluk bilinciyle hareket ederler. Allah'ın "... Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Haşr Suresi, 9) ayetiyle bildirdiği gibi, nefislerini kötülüklerden arındırdıkları için dünyada ve ahirette nimete, huzura kavuşur ve mutluluğu en güzel şekilde yaşarlar. Duygusallığın insanlara yaşattığı tüm sıkıntılardan, üzüntülerden uzak kalmış olurlar.

12 Aralık 2012 Çarşamba

Müslüman Kadın İtidal Sahibidir


Hayatı kendi belirledikleri kurallar doğrultusunda yaşayan insanlar, nefislerinin o anki istekleri doğrultusunda, kolaylıkla bu kurallarından tavizler verebilmektedirler. Hayatlarına yön veren ve kişiliklerinde süreklilik göstermelerini sağlayan mutlak olarak doğru olduğuna inandıkları bir yol göstericileri yoktur. Bundan dolayı kişilikleri zaman zaman değişkenlik gösterebilmektedir. Tavırlarında belirli bir istikrar bahsedebilmek mümkün olmaz.

Bu kimselerin tavırlarındaki değişkenliği belirleyen güç genellikle nefisleridir. Allah Kuran'da nefislerin bencil tutkulara yatkın olarak yaratıldığını bildirmektedir. İnsan eğer nefsinin kendisini yönlendirmesine izin verecek olursa, tüm tavırları bu bencil tutkuları doğrultusunda şekillenecektir. Bu bencil tutkular ise sabit, tutarlı ve dengeli bir kişilik sergilemesini etkileyecektir. İnsan nefsinin telkinleri sonucunda bir anda öfkelenebilecek, duygusallaşabilecek, küsüp darılabilecek, kıskançlık hissine kapılabilecek ve bunlara bağlı olarak da ani kararlar alabilecektir. Dolayısıyla kişiliği, çevresindeki insanlar için her zaman bir sürpriz olacaktır. Bir anı bir diğer anına uymayacaktır. Her an ruh hali, düşünceleri, duyguları, kararları ve bakış açısı değişebilecektir. Böyle bir insan ise, tutarsız ve dengesiz davranışlarıyla her zaman için çevresindeki insanlar üzerinde tedirginlik ve güvensizlik hissi oluşturacaktır.

Bu kişilik yapısına, dinden uzak yaşayan toplumlarda ortaya çıkan kadın karakterinde rastlamak mümkündür. Kuran ahlakının kazandırdığı bakış açısından uzak oldukları için, bu kimseler kadın karakterine yakıştırılan duygusallığı tümüyle kabullenir ve bu tavrın tüm hayatlarını yönlendirmesine izin verirler. Bu da onları akılcılıktan uzaklaştırır ve bazı dengesiz tavırlar içerisine sürükler.

Müslüman kadının rehberi ise Kuran'dır. Allah Kuran'da nefsin kişiyi daima kötülüğe çağıracağı ve şeytanın da insanı tutarsızlığa, akılsızca hareket etmeye ve hırslarının, tutkularının gerektirdiği şekilde hareket etmeye zorlayacağı konusunda insanları uyarmıştır. Tüm bunlara karşılık, kendisine Kuran'ı rehber edinen, vicdanının sesi doğrultusunda hareket eden insanların ise, ideal bir kişilik kazanacaklarını, hem dünyada hem ahirette üstün konuma geleceklerini hatırlatmıştır.

Müslüman kadın, Allah'ın gösterdiği yola uyması sebebiyle bu güçlü ve üstün kişiliği kazanmıştır. Rehberi Kuran olduğu için olaylar karşında göstereceği tavırlar, vereceği tepkiler hep İslam ahlakına göre olur. Bu da ona itidalli ve dengeli bir kişilik kazandırır. Nasıl hareket edeceği, olayları hangi bakış açısıyla, nasıl bir mantık örgüsüyle değerlendireceği çevresindekiler için hiçbir zaman sürpriz olmaz. Aklı, vicdanı, tavırları, konuşmaları hep Kuran ahlakının getirdiği istikrarı yansıtır. Bundan dolayı da güvenilir bir karaktere sahiptir. Ahlakındaki ve kişiliğindeki bu tutarlılık nedeniyle cahiliye toplumlarında ön plana çıkan kadın karakterinden çok uzak bir tavır sergiler.

11 Aralık 2012 Salı

Müslüman Kadın İrade Sahibidir


Cahiliye ahlakında güç genellikle para, şan şöhret, itibar, isim sahibi olmak, belli başlı bazı kavramlarla özdeşleştirilmiştir. Bunlardan en az biri elde edilebildiğinde güç sahibi olunacağına inanılır. Kimi zaman da bu özelliklere sahip olan kimselerin himayeleri altına girildiğinde insanların kendilerini güçlü hissedebilecekleri düşünülür. Oysa dünya hayatının her an elden gidebilecek geçici değerleriyle elde edilen bir güç, elbette aynı şekilde kolaylıkla yitirilebilir niteliktedir.

Müminler ise güçlerini imanlarından alırlar. Bundan dolayı hangi şartlar altında olurlarsa olsunlar, güçlerinde bir değişiklik olmaz. Bu, mümin kadının da karakterini belirleyen önemli bir özelliktir. Allah Kuran'da güçlü, hiçbir zaman için sarsılmayan onurlu kişilik yapılarına şöyle dikkat çekmektedir:



Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) Kendisi'nin onları sevdiği, onların da Kendisi'ni sevdiği müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.
(Maide Suresi, 54)


Allah'ın bu ayette bildirdiği önemli bir başka mümin özelliği de, iman edenlerin, insanların kınamalarından etkilenmeyen güçlü bir şahsiyete sahip olmalarıdır. Müminler, tarih boyunca pek çok peygamberin, yaşadıkları toplumlar tarafından çeşitli şekillerde suçlanıp kınandıklarını, eziyetlere maruz kaldıklarını, yurtlarından sürüldüklerini ve hatta bu nedenle öldürüldüklerini bilirler. Peygamberlerin tüm bu zorluklar karşısında göstermiş oldukları güçlü, dayanıklı ve sağlam kişiliği, sabrı, kararlılığı ve tevekkülü kendilerine örnek alırlar. Allah'ın "Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir." (Al-i İmran Suresi, 186) ayetiyle bildirdiği gibi, dünya hayatındaki imtihanın bir gereği olarak, müminlerin zorluk ve sıkıntılarla deneneceklerini, inkar edenlerden 'eziyet verici' sözler duyarak kınanabileceklerini bilirler. Tüm bunları, Allah'a karşı olan samimi imanlarını, teslimiyetlerini ve sadakatlarinin gücünü gösterebilecekleri olaylar olarak görüp şevkle karşılar ve güçlü bir irade gösterirler. 

Hiçbir zaman cahiliye ahlakını yaşayan kadınlarda görülebilen zayıflıklara kapılmazlar. Bir kimsenin sözü, tavrı ya da eleştirisi, zayıflık gösterip güçsüz düşmelerine, cesaretlerinin kırılmasına neden olmaz. Alınganlık, kırılganlık gibi duygusal tepkiler vermeyi hiçbir zaman için kendilerine yakıştırmazlar. Her ne olursa olsun Allah'a tevekkül ederler. Başlarına her ne gelirse gelsin, Allah'ın sonsuz adaletli olduğunu, herşeyi görüp bildiğini, kimsenin 'hurma çekirdeğindeki bir iplikçik' kadar bile haksızlığa uğratılmayacağını bilmenin rahatlığını yaşarlar. (Nisa Suresi, 49) Allah'a teslim olurlar. Kendilerini kınayan kişi, bu bakış açısında haksız ise, bu haksızlığını Allah'ın mutlaka ortaya çıkaracağını bilir, bundan dolayı telaşa kapılmazlar.

Kimi cahiliye kadınları ise, güç ve iradenin erkeklere ait olan özellikler olduğuna inanırlar. Erkeklerin, zorluklar ve sıkıntılar karşısında, hem kendileri hem de yanlarındaki kadınlar adına güç ve irade göstermekle sorumlu olduklarını düşünürler. Kadınların yapabilecekleri en iyi tavrın ise, onlara sığınmak ve onların akıllarına, iradelerine ve güçlerine teslim olmak olduğunu sanırlar. Bu nedenle, daima korunup kollanmayı beklerler. Özellikle de zorluk ve sıkıntı ortamlarıyla karşı karşıya kaldıklarında, mevcut güçlerini ve iradelerini de kaybeder, telaşa kapılırlar. Bu da akıllarının iyice karışmasına ve mantıklı düşünme yeteneklerini kaybetmelerine neden olur.

Bunun gibi, cahiliye ahlakını benimseyen kimi kadınlar, gösterdikleri bu zayıf kişilik nedeniyle, insanların kendileri hakkında ne düşündüğüne de gereğinden fazla önem verirler. Çoğu zaman sırf insanların gözüne girebilmek, onlar üzerinde olumlu bir izlenim bırakıp aralarında iyi bir yer edinebilmek için, yanlış olduğunu bile bile bazı tavırlarda bulunabilirler. Aynı şekilde, bu insanlar tarafından beğenilmediklerine, kınandıklarına ya da küçük görüldüklerine dair herhangi bir tepkiyle karşılaşacak, bu yönde herhangi bir söz duyacak olurlarsa da, büyük bir yıkıma uğrayabilirler. Önemli olanın Allah Katındaki değerleri olduğunu düşünmedikleri, bunun yerine sadece insanların rızasını hedefledikleri için, tüm yapıp ettiklerinin boşa gittiğine inanır ve büyük bir üzüntüye kapılırlar. Morallerinin bozulmasıyla birlikte de tüm güçlerini, iradelerini ve cesaretlerini yitirirler.

Müslüman bir kadın ise, doğru olduğunu bildiği bir konuda hiçbir zaman bir insanın kınamasından dolayı geri adım atmaz. Allah Kuran ayetleri ile insana doğruyu ve yanlışı tüm detaylarıyla bildirmiştir. Müslüman kadının ölçüsü Kuran'dır. Eğer Allah'ın Kuran'da bildirdiği ahlakı gösterdiği için çevresindeki insanlar tarafından kınanıyorsa, bu tam tersine onun bu yöndeki şevkini, iradesini ve isteğini daha da güçlendirir. Allah'ın rızasını kazanabilmesi onun için, insanların hoşnutluğunun ve düşüncelerinin çok üzerindedir. Çünkü insanı asıl olarak değerli kılan Allah Katındaki konumudur. Bunu belirleyen de onun Kuran ahlakına uygun hareket edip etmediğidir. Bu nedenle insanların ne dediğine ya da çoğunluğun kanaatine göre değil, Kuran ahlakına göre bir kişilik geliştirirler. Tek başlarına dahi kalsalar çoğunluğa uymaz, müstakil bir tavır gösterirler.

10 Aralık 2012 Pazartesi

Müslüman Kadın Asildir


Allah Kuran'ın "Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır." (Şems Suresi, 7-10) ayetleriyle, kontrol altına alınmadığı takdirde, nefsin insanı sınır tanımaz kötülüklere sürükleyeceğine dikkat çekmiştir. Allah korkusu ve ahiret inancı, insanlara nefislerinde bulunan bu kötülüklerden sakınacak gücü ve aklı kazandırır. 

Bu özellikler olmadığı takdirde ise, bir insan Allah'ın ahirette kendisini, dünya hayatında gösterdiği tavırlardan sorumlu tutacağını düşünmeden hareket eder. Bu durumda da nefsinin isteklerini yerine getirmekte bir sakınca görmez. İçinden gelen tavır her ne kadar kötü de olsa, bundan sakınması için kendisine geçerli bir sebep bulamaz. O anda nefsi öfkelenmesini ilham ediyorsa hemen bu telkine kapılır. Ya da kıskançlık telkini verip, buna bağlı olarak karşı tarafa kötü bir davranışta bulunmasını telkin ediyorsa, bunu da hemen uygular. Kızgınlığını ya da kıskançlığını imalı sözler söyleyerek, alay ederek, iftira atarak, yalan söyleyerek, entrika yaparak, ikiyüzlü bir tavır sergileyerek göstermesini ilham ediyorsa tüm bunları hiç düşünmeden hemen dışa vurur. Allah'a hesap vereceğini düşünmediği için de tüm bu tavırları uygulamakta hiçbir sakınca görmez. 

Oysa bunların hepsi, Allah'ın ayette bildirdiği gibi, nefsin insanları çağırdığı sınır tanımaz kötülüklerindendir. İnsan nefsinin telkinlerine uyarak hareket ettiğinde, insanların gözünde hiçbir şekilde büyümez, aksine küçülür. İçinden gelen duyguları, kötü olduğunu bildiği halde kontrol altına alamamış olmaları bu insanların zayıflıklarını ve vicdanlarını kullanmadıklarını ortaya koyar. Olgun olamamak, nefsinin istekleriyle çatıştığında akılcı ve makul tavırlar sergileyememek insanları küçük düşüren tavırlardır. Oysa ki 'asil ve güzel olan', Allah'ın yine ayette belirttiği gibi, nefsin tüm bu kötülük telkinlerine karşı 'ondan sakınmak ve vicdana uygun bir tavır sergilemek'tir. Bu, emek gerektiren ama aynı zamanda da insanı yücelten, büyüten, insanların saygısını ve sevgisini kazandıran bir ahlaktır. 

Müslüman kadın bu asaleti gösteren, basit tavırlara, küçük çıkarlara tenezzül etmeyen bir karaktere sahiptir. Allah Kuran'ın "Onun gömleğinin arkadan çekilip-yırtıldığını gördüğü zaman (kocası): "Doğrusu, bu sizin düzeninizden (biri)dir. Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür" dedi." (Yusuf Suresi, 28) ayetiyle cahiliye kadınlarının 'düzen kurmaya yatkın' karakter yapılarına dikkat çekmiştir. Cahiliye ahlakını yaşayan kimi kadınlar, olaylar karşısında akılcı çözümlere başvurmak yerine, bunları düzen kurarak, entrika çevirerek, yalan söyleyerek halletmeye çalışırlar. Şeytanın telkinlerine uydukları için, dürüstlükle, açık yüreklilikle, samimiyetle çözümlenebilecek konularda içten pazarlıklı, ikiyüzlü ve sinsi yöntemlere başvurabilirler. İman sahibi bir kadın ise, Allah korkusu nedeniyle, cahiliye kadınlarının bu ahlakından tamamen uzaktır.

Cahiliye ahlakını benimseyen kadınlarda görülebilen özelliklerden bir diğeri ise, kıskançlıktır. Allah Kuran'ın "De ki: Sabahın Rabbine sığınırım. Yarattığı şeylerin şerrinden, Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, Düğümlere üfüren-kadınların şerrinden, Ve hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden." (Felak Suresi, 1-5) ayetleriyle, kıskanç kimselerin şerrinden sakınılmasına dikkat çekmiştir. Cahiliye toplumlarında kimi kadınlar, bu ahlakı çok yoğun olarak yaşarlar. Bu da beraberinde onlara şüpheci tavırları, sebepsiz kaprisleri, küskünlükleri ve sonu olmayan tartışmaları getirir. Onları huzursuz ve mutsuz bir hayata sürükler. Kıskançlıkları yüzünden hem kendilerine, hem çevrelerindekilere, hem de sevdikleri insanlara maddi manevi büyük zararlar verirler. İman sahibi bir kadın ise, bu özelliğin insanı hem dünyada hem de ahirette küçük düşüreceğini ve büyük kayıplara uğratacağını bilerek, nefsinin bu özelliğinden samimiyetle sakınır. 

Cahiliye toplumlarında bazı kadınların gösterdikleri tavır bozukluklarından biri de alaycılıktır. Allah, "Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakablarla' çağırmayın..." (Hucurat Suresi, 11) ayetiyle, birbirleriyle alay etmeye, kötü lakaplar takarak küçük düşürmeye yönelik tavırlarına karşı kadınları uyarmıştır. 

Cahiliye ahlakının meydana getirdiği kadın karakterinde ahirette alınacak karşılık düşünülmediği için alay etmekte, insanların kusurlarını bir eğlence konusu haline dönüştürmekte bir mahsur görülmez. Bunda ciddi anlamda bir kötülük olmadığı öne sürülür ve alay bir çeşit 'espri tarzı' olarak değerlendirilir. Kimi zaman da insanlara yönelik alaycı tavırlar konuşarak değil, kaş göz işaretleri, imalı birtakım yüz mimikleri ya da el hareketleriyle ifade edilir. Bazen de bu mimiklerin yerini, fısıltıyla yaptıkları konuşmalar alır.

İman sahibi bir kadın ise, bu ve benzeri tavırların hiçbirine tenezzül etmez. Tüm bunların Allah'ın razı olmayacağı, insanı küçük düşüren, asaletten uzaklaştıran ve kişiliğini zedeleyen davranışlar olduğunu bilir. Kuran ahlakına uygun bir tavır içerisinde olmanın insanı daima en asil konuma getireceğini bilerek bu konuda kararlılık gösterir.

Bunların yanında, Allah bir başka ayette de, "Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir." (Hucurat Suresi, 12) şeklinde bildirerek, 'insanların gizli yönlerini araştırmanın, arkalarından çekiştirmenin' yanlışlığını hatırlatmıştır.

Müslüman bir kadın, bu konuda da titizlik gösterir ve bu davranışlardan daima sakınır. Kuran ahlakını yaşaması nedeniyle her an asil ve vakarlı bir kişilik sergiler. Örneğin öfkelenecek bir tavır ile karşılaştığında öfkesini tutup yener. Ya da karşısındaki insanların bir kusurunu gördüğü zaman bunu asla alay konusu yapmaz, aksine en güzel şekilde telafi etmeye çalışır. Bir başkasının kendisinden üstün olan bir yönü varsa, buna karşı kıskançlık duymak yerine, onu güzel bir tarzda onore edip bu yönünü över. Karşılaştığı her tavra, olabilecek en asil karşılığı vermeye çalışır, Kuran ahlakına en uygun olan tavrı gösterir. Karşısındaki insanlar kendisine basit tavırlarla karşılık verseler bile, o yine de asil ve vakarlı tavırlarından ödün vermez, asaletinde kararlılık gösterir.

9 Aralık 2012 Pazar

Müslüman Kadının İdealleri Büyüktür


Cahiliye ahlakının insanlara kazandırdığı kadın karakterinin önemli özelliklerinden biri, bu kimselerin ufuklarını olabildiğince daraltmış, ideallerini, düşüncelerini ve yaşam tarzlarını olabildiğince dar bir alan ile sınırlandırmış olmalarıdır. Bu karakteri benimseyen kadınların toplum tarafından kendilerine öngörülen belli başlı birtakım görev ve sorumlulukları vardır. Onlardan beklenilen aslında sadece bunları en iyi şekilde yerine getirebilmeleridir. Bunların dışında farklı ideallere sahip olmaları ya da farklı konularda kendilerini geliştirmeleri için ise, genellikle kadınlara çok fazla imkan tanınmamaktadır. Kadınlar ancak bu durumun şuuruna vardıkları ve yaşamlarını daha farklı ve daha büyük idealler üzerine kurma ihtiyacını duydukları takdirde kendilerini geliştirip düşünce ufuklarının sınırlarını genişletebilmektedirler.

Kadın için öngörülen başlıca sorumluluklar ise genellikle ailesini ve evini maddi ve manevi açıdan iyi bir şekilde idare edebilmesi ve çocuklarını yetiştirmesidir. Bunların dışında kimi kadınların çocukluk yıllarından itibaren almış oldukları telkinler doğrultusunda ilgilendikleri konular ise tümüyle kendilerine yöneliktir. Bunlar da genellikle saçları, makyajları, kıyafetleri, modaya uyup uyamadıkları gibi fiziksel bakımlarına ilişkin konular, ev temizliği, arkadaş toplantıları gibi faaliyetlerle sınırlıdır. Elbette insanın ailevi sorumluluklarını yerine getirmesinde, kendisine yönelik ihtiyaçlarını gidermekle ilgilenmesinde ya da evinin temizliğini sağlamasında bir yanlışlık yoktur. Yanlış olan, yaşadığı hayatın ve üstlendiği sorumlulukların sadece bunlarla sınırlandırılmış olması ve bunu ne amaçla yaptığının farkında olmamasıdır.

Allah insanı belirli bir amaç üzerine yaratmış, onu yükümlü kıldığı sorumlulukları Kuran ile kendisine bildirmiştir. Müslüman bir kadın herşeyden önce kendisini yaratan, ona bir ömür süresi kılan, yaşadığı her an onu koruyup kollayan, nimetleriyle lütuflandıran Rabbimiz'e karşı sorumludur. Allah'ın Kuran ile insanlara bildirdiği ahlakı yaşamakla, Allah'a ibadet ve kulluk etmekle, O'nun rızasını kazanacak işler yapmakla yükümlüdür. Cahiliye inançları nedeniyle, güzel ahlakın kendilerine getireceği huzur ve mutluluktan uzak bir yaşam süren insanlara Kuran ahlakını anlatıp, onların Allah'ın rızasına, rahmetine, cennetine kavuşmaları için elinden gelen çabayı göstermekle görevlidir. İnsanlara şeytanın sunduğu, kaos ve karmaşanın hakim olduğu, sevgi, saygı, dostluk gibi nimetlerin gereği gibi yaşanamadığı karanlık ruh halinden kurtulmanın yolunu göstermek için samimiyetle gayret sarf etmelidir.

Allah Kuran'ın "Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz?" (Nisa Suresi, 75) ayetiyle insanlara, dünya üzerindeki sıkıntı ve zorluk çeken güçsüz konumdaki insanların durumunu hatırlatmış, onlara yardım etmenin ve yol göstermenin, vicdan sahibi insanlar için bir yükümlülük olduğunu bildirmiştir.

Allah bir başka ayette ise, "Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Nisa Suresi, 36) sözleriyle müminlerin yükümlülüklerinin sadece kendileri olmadığını, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa ve daha bunlar gibi muhtaç konumda olan pek çok insana yardım elini uzatmakla da sorumlu olduklarını hatırlatmıştır.

Müslüman kadın tüm bu sorumluluklarının bilincinde olan insandır. Bundan dolayı da hiçbir zaman için sadece kendi ihtiyaçlarının peşine düşüp, yalnızca kendisini ilgilendiren birkaç sorumluluğu yerine getirip Allah'ın bildirdiği bu yükümlülükleri göz ardı edemez. Hayata dair ideallerini, düşüncelerini sadece bu şekilde sınırlandırmaz. Dünyanın dört bir yanındaki zorluk içerisindeki insanların, açlık çeken, salgın hastalıklarla mücadele eden, savaş ve çatışma ortamlarının zorluğunu yaşayan çocukların, kadınların, yaşlıların tüm sıkıntılarını adeta kendi sorunuymuş gibi düşünüp onlara çözüm ulaştırabilmek için elinden gelen gayreti gösterir.

Bunun dışında, günlük hayatında karşısına çıkan meselelerde de, her konuya gerçekten hak ettiği kadar değer verir. Asıl amacının Allah'ın rızasını kazanmak, O'nun beğendiği ahlakı yaşamak ve insanlara da gerçek huzuru ve mutluluğu yaşayabilecekleri bu ahlakı anlatmak olduğunu bilir. Bu nedenle de, kimi kadınların günlük hayatlarında karşılaşıp da çok önemli gördükleri, gözlerinde büyütüp tasalandıkları, dert edindikleri pek çok konunun, insanın gerçek amacının yanında, ne kadar sıradan ve ne kadar önemsiz konular olduğunu bilerek hareket eder.

7 Aralık 2012 Cuma

Müslüman Kadının Rehberi Kuran ve Sünnettir

İman eden tüm insanlar gibi, Müslüman kadının da tek rehberi Kuran-ı Kerim ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetidir. Mümin kadın tüm kişiliğini, karakter özelliklerini, yaşam tarzını, ideallerini, isteklerini, tavırlarını ve ahlakını Kuran'a ve Peygamberimiz (sav)'in tavsiyelerine göre belirler. Allah, müminler için en doğru ve en güzel hükümlerin Kuran'da olduğunu "... Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir?" (Maide Suresi, 50)ayetiyle insanlara bildirmiştir. Yine bir başka ayette ise Allah, Kuran'ın iman edenler için her konuda yol gösterici bir kitap olduğunu şöyle haber vermiştir:


... Biz Kitabı sana, herşeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. 
(Nahl Suresi, 89)


Peygamber Efendimiz (sav) ise, "Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah'ın Kitabı ve Resulü'nün sünneti"(Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 2. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 328)sözleriyle, Müslümanların en önemli iki yol göstericisinin Kuran-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin (sav) sünneti olduğunu hatırlatmıştır.



Kuran ve Peygamberimiz (sav)'in sünneti, iman eden bir kadının hayatı boyunca her konuda yol göstericisidir. Cahiliye toplumlarında kadınların genel olarak benimsedikleri ahlaka bakıldığında ise, bu kimselerin alışanlıklarına ya da nefislerinin isteklerine göre hareket ettikleri görülür. Çocukluk yıllarından itibaren göstermeleri gereken karakter ile ilgili olarak aldıkları telkinler, bu kimselerin neredeyse yegane yol göstericileri haline gelmiştir. Çevrelerinde yaşayan kadınların hep aynı tavırları göstermeleri, aynı konuşmaları yapmaları, filmlerde, romanlarda kadınların hep aynı karakteri göstermeleri, kadınlardan bahsedilirken hep aynı ortak karakterin dile getirilmesi, bu kişiler için bu karakteri adeta bir alışkanlığa dönüştürmüştür. Dolayısıyla onlar için yol göstericileri, tüm kadınların genel uygulamaları ve nefislerinin o anki istekleri olmuştur. Herhangi bir olay karşısında verecekleri tepki, alacakları karar, gösterecekleri tavır ve hatta kimi zaman söyleyecekleri sözler bile genel çatısıyla bellidir. Ancak önemli olan ise, yol göstericilerinin tümüyle batıl oluşu ve kendilerini de yanlış bir yola sürüklüyor olmasıdır. 


Mümin kadınlar ise, her işlerinde Kuran'ı rehber edindikleri ve Peygamberimiz (sav)'in ahlakını örnek aldıkları için, daima isabetli tavırlarda bulunur, hikmetli kararlar alır ve bundan dolayı yaptıkları her işte en iyi neticeleri alırlar. Bunun da ötesinde, cahiliye ahlakının kadınlara yaşattığı tüm huzursuzluklardan ve sıkıntılardan uzak bir yaşam sürerler. Allah'ın, "Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz." (Nahl Suresi, 97) ayetiyle mümin kadınlara ve mümin erkeklere vadettiği gibi, güzel bir hayat yaşarlar.

6 Aralık 2012 Perşembe

Müslüman Kadın Allah'a Teslim Olmuştur.


Müslüman bir kadın Allah'a samimi bir kalple iman etmiş ve derin bir Allah korkusuyla boyun eğmiştir. Allah'tan başka bir İlah olmadığını, O'nun tüm varlıkların tek hakimi ve herşeyin üstünde, sonsuz güç sahibi olduğunu kavramıştır. Bu nedenle yalnızca Allah'tan korkar ve yalnızca O'nun rızasını hedefler. Yalnızca Allah'a ibadet eder, O'nu dost edinir ve sadece O'ndan yardım ister. Kendisine isabet edecek bir güzellik varsa bunu ona ancak Allah'ın verebileceğini ve aynı şekilde kendisine ulaşacak bir kötülük varsa bunu da Allah'ın engelleyebileceğini, kendisini ancak Allah'ın koruyabileceğini bilerek yaşar. Sadece Allah'a muhtaç olduğunu, kendisini hayatta tutan, ona nimetini ve yardımını ulaştıran, koruyup kollayan tek gücün Allah olduğunu bilir. Dolayısıyla hiçbir zaman için insanlara yönelik bir beklenti içerisinde olmaz.

Allah'a, kalbinde hiçbir kuşkuya yer vermeden iman etmiştir. İmanındaki bu samimiyetini hayatının sonuna kadar, her an sürdürür; hayatının her aşamasında, her ne zorlukla karşılaşırsa karşılaşsın, Allah'a olan bu samimi inancından vazgeçmez. Nimet içerisinde olduğunda Allah'a karşı nasıl şükredici, hoşnutluk dolu bir yakınlık içerisindeyse, şartlar aksine döndüğünde de aynı teslimiyeti göstermeye devam eder. Rabbimiz'in kullarına olan sonsuz sevgisinden, rahmetinden, esirgeyiciliğinden ve bağışlayıcılığından emin, tevekküllü bir tavır içerisinde olur.

Bir zorlukla karşılaştığında, Allah'ın Kuran'da her zorlukla beraber bir kolaylık kılacağını bildirdiğini, önemli olanın ise bu zorluk anında kişinin Allah'a olan sevgisinde teslimiyetinde ve güveninde kararlılık göstermesi olduğunu bilir. Allah'ın adaletinden, her olayı hayır ve hikmetle yarattığından emindir ve Allah'ın vaadinden asla dönmeyen olduğunu bilir. Karşılaştığı zorluklar uzun süre devam etse bile, hiçbir zaman için ümitsizliğe kapılmaz, Allah'ın yardımından asla şüpheye düşmez. Güzel bir sabır ve teslimiyetle, Allah'ın kendisine verdiğiyle yetinir ve bunda kendisi için bir hayır olduğunu kesin olarak bilir. Allah'ın bu konuda Kuran'da bildirdiği örnekleri hatırından çıkarmaz; zorluklarla karşılaştıkları zaman ümitsizliğe kapılanların teslimiyetsizliğini bilir. Kendisine, her ne zorlukla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar "... Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir" (Şuara Suresi, 62) diyerek Allah'a tevekkül eden peygamberlerin üstün ahlakını örnek alır. Hayatı boyunca karşısına çıkan her olayda Allah'ın rahmetini, yakınlığını, sevgisini, yardımını ve dostluğunu görebilen bir iman derinliği içerisinde olur.

Mümin kadınların gösterdikleri bu ahlakın üstünlüğü, cahiliye inançlarıyla şekillenen kadın karakteri ile kıyaslandığında çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Cahiliye ahlakını benimseyen kimi kadınlar, hayatları boyunca karşılaştıkları her detayı yaratanın Allah olduğunu ve bunların her birinde pek çok hayır ve hikmet gizlendiğini düşünmedikleri için yaşadıkları olaylar karşısında gereken teslimiyeti gösteremezler. Nitekim cahiliye kadın karakterinin en bilinen özelliklerinden biri, zorluk ve sıkıntılar karşısında gösterilen tahammülsüz, sabırsız, ortalığı telaşa veren, kargaşa oluşturan tavırlardır. Hatta bu nedenle çoğu zaman insanlar, kendilerine yük olmamaları için kadınları, sıkıntıyla karşılaşma olasılığı bulunan ortamlardan uzak tutmaya büyük özen gösterirler. Cahiliye kadın karakterinin bu önemli özelliği bu güne kadar pek çok filme ya da romana konu olmuş, çok bilinen bir gerçektir. Allah'a güvenip teslim olmadıkları için, zorluklara, sıkıntılara karşı koyabilecek gerçek sabrı ve gücü kendilerinde bulamazlar. Güçleri, ancak bu zorluğa dayanmanın sonunda elde edebilecekleri menfaatlerin büyüklüğü kadar olabilmektedir.

İman eden bir kadın ise gücünü imanından ve Allah'ın rızasını kazanma konusundaki kesin kararlılığından aldığı için, dayanıklılığı çok kuvvetli olur. Allah Kuran'da müminlerin, bu ahlaklarını "... Hiç şüphesiz Allah'ın yolu, asıl yoldur. Ve biz alemlerin Rabbine (kendimizi) teslim etmekle emrolunduk." (Enam Suresi, 71) sözleriyle dile getirdiklerini bildirmektedir. Buna karşılık Allah, tam bir teslimiyetle Kendisi'ne teslim olan kullarını şöyle müjdelemektedir:

"Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini) Allah'a teslim ederse, artık gerçekten o kopmayan bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a varır."
(Lokman Suresi, 22)

"Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi Katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır."
(Bakara Suresi, 112)

4 Aralık 2012 Salı

Peygamberimiz (Sav) Döneminde Hanımlar Bakımlı Ve Tertemizlerdi


PEYGAMBERİMİZ (SAV) DÖNEMİNDE HANIMLARIN ELLERİNİ SÜSLEMELERİ

Elinde Resûlııllaha mektup bulunan bir kadın, perdenin arkasından işaret etti (elini uzattı) Resûlullah elini tuttu (mektubu almadan çekti) ve:

"Bu erkek eli mi, yoksa kadın eli mi bilmiyorum?" buyurdu. Kadın:

"Kadın elidir" dedi. Resûlullah (sav):

 "Eğer sen kadın olsaydın tırnaklanın (rengini) kına ile değiştirirdin" buyurdu. (Ebu Davud, 1992)



PEYGAMBERİMİZ (SAV), HANIMLARIN ELLERİNİN BAKIMLI OLMASINDAN HOŞLANIRDI

Aişe (r.a)'den rivayet edildiğine göre: Hind Binti Utbe:

"Yâ Resüllah, benimle bîyat et" dedi. Resûlullah (sav);

 "Ellerinin (rengini) değiştirinceye kadar seninle bîyat etmeyeceğim..." buyurdu. (Ebu Davud, 4165)



PEYGAMBERİMİZ (SAV) DÖNEMİNDE SAHABE HANIMLARIN ALLIK KULLANMASI

Pek çok hadis kitabında zikredilen rivayette Ümmü Habibe’nin babası Ebu Süfyan ölünce üç gün yas tuttuktan sonra, yanaklarına “haluk” sürdüğü ifade edilmiştir. (Belazuri, 1987:184-185) Haluk sahip olduğu pembemsi sarı renkle sürüldüğü yerde allık görevi görmektedir.



PEYGAMBERİMİZ (SAV) DÖNEMİNDE SAHABE HANIMLARIN GÜZEL KOKULAR KULLANIRLARDI

Bir rivayette Hz. Aişe’nin ihramda iken koku süründüğü nakledilmektedir. (İbn Sa’d, et-Tabakat, VIII, 486)



PEYGAMBERİMİZ (SAV) DÖNEMİNDE SAHABE HANIMLAR TAKI KULLANIRDI

Urve b. Abdıllah b. Kuşeyr, Hz. Ali’nin kızı Fatıma’nın yanına girdiğinde onu her kolunda ikişer kalın fildişi bilezik, parmaklarında yüzük ve boynunda boncuklarla süslü bir kordon olduğunu görür ve bunları sorunca Fatıma; “Kadın erkeğe benzemez” diyerek kadının bu tür takılarla süslenebileceğini ifade eden bir cevap verir. (İbn Sa’d, et-Tabakat, VIII, 466)

3 Aralık 2012 Pazartesi

Peygamberimiz (Sav), Kadınlara Değer Verir, Onlara Sevgi Ve Şefkatle Yaklaşırdı


Resulullah (sav) kadınlarla sohbet eder, onlara nezaketli ve güzel davranırdı
Hazreti Peygamber (sav), kendisini görmeye gelen kadınlara iltifat eder, onlarla yakından ilgilenir, hal ve hatırlarını sorar* hatta bazen üzerine oturmaları için cübbesini yere serdiği** ifade edilir.  (*İbn Kuteybe, Uyunu’l- Ahbar, III, 15; el-Belazuri, Ensab, I, 98; İbnu’l-Esir, Usdu’l-Ğabe, VII, 47.) (**İbn Şebbe, Tarih’ul-Medine, II, 421; el-Halebi, İnsan, I, 34)
Hz. Peygamber (sav) hanımların yanına girerken her birine selam verip, hal ve hatırlarını sorardı, onların dertlerini dinlerdi. (Ebu Davud, Sünen, V, 383 (Edeb, 148/5204); İbn Abdirabbih, el-İkdu’l-Ferid, II, 186)
Enes (ra) anlatıyor: “Resulullah (sav) kadınların ve çocukların da düğüne geldiğini görünce ayağa kalktı ve ‘Allah şahidim ki, siz bana insanların en sevimlisisiniz’ buyurdu. Bu sözü üç defa tekrarladı.” (Buhari, 8/114. Müslim, 7/174)
Hz. Aişe’ye “Resulullah (sav) evde ne yapardı?” diye soruldu. O da, “Ailesine yardımda bulunurdu” cevabını verdi. (Buhari, 2/303)
Resulullah (sav), hanımların da olması şartıyla davetleri kabul etmişti
Hz. Peygamber (sav)i bir gün yemeğe davet etmişlerdi. Hz. Peygamber böyle bir davete katılmasının şartı olarak “Hanım olursa” kaydını koymuştu. (Müslim, Eşribe139)
Hz. Enes (ra) anlatıyor: “Resulullah’ın güzel çorba pişiren İranlı bir komşusu vardı. Bu zat bir gün Resulullah (sav) için yemek hazırladı ve sonra gidip kendisini davet etti. Resulullah (sav) Aişe‘yi işaret ederek, ‘Aişe de davetli mi?’ diye sordu. Adam, ‘Hayır’ dedi. Resulullah (sav) ‘Öyleyse ben de gelemem’ dedi. Daha sonra o kişi Peygamberi davet için tekrar geldi. Resulullah (sav) yine Aişe’yi göstererek, ‘Aişe de gelecek mi?’ diye sordu. Adam yine ‘Hayır’ deyince Resulullah (sav) da ‘Hayır’ cevabını verdi. Sonra adam dönüp tekrar davet etti. Resulullah (sav) aynı şekilde, ‘Aişe de gelecek mi?’ diye sordu. Adam üçüncü seferde ‘Evet’ dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) ile Aişe beraberce kalkıp yürüyerek o zatın evine gittiler.” (Müslim, 6/116)
Resulullah (sav), hanımlarıyla şakalaşır, onlara güzellik sunardı
Resulullah’ın hanımı Safiyye’den rivayet edildiğine göre; Safiyye, Resulullah’ı Ramazan’ın son on gününde itikafta iken ziyaret etti. Bir müddet Resulullah (sav) ile sohbet etti, sonra ayrılmak için ayağa kalktı. Resulullah (sav) de onunla beraber ayağa kalktı ve onu uğurladı. (Buhari, 5/186. Müslim, 7/8)
Enes anlatıyor ve diyor ki: “Sonra Hayber’den dönerek Medine’ye doğru yola çıktık. Resulullah’ı Safiyye’nin rahatça oturması için yeleğini devenin hörgücüne dolarken gördüm. Daha sonra devesinin yanına oturdu, dizini yere koydu, Safiyye de Resulullah’ın dizine basarak deveye bindi.” (Buhari, 9/20)
Hz. Aişe (ra) ile birbirlerine su atışarak oynarlardı. Hz. Ayşe’nin (ra) kaptan içtiği yerden kendisi de dudağını koyarak su içerdi. Onun etli kemik üzerinde yediği yerden kendisi de yerdi. (Prof. Dr. Yusuf El Kardavi; Çağdaş Meselelere Fetvalar)
“Bir seferde Peygamberimizle birlikte bir yolculuğa çıktım. Peygamberimiz bir yerde Sahabelere:
“Siz ilerleyin.” dedi. Onlar gidince ikimiz arkada yalnız başına kaldık. Bana:
Gel seninle yarışalım.” dedi ve koşmaya başladık. Ben kendisini geçtim.
“Aradan birkaç yıl geçmişti. Yine onunla birlikte bir yolculukta iken bir yerde Sahabilere:
“Siz ilerleyin.” dedi ve ikimiz yalnız kaldık.
“Gel yarışalım.” dedi... Önceki yarışmayı da unutmuştum. Koşmaya başladık. Fakat bu sefer de o beni geçti. Gülümseyerek:
“Bu defaki benim seni geçişim, o gün beni geçişine bedel olsun.” buyurdu. (Mehmet Paksu; Peygamberimizin Hayatı)
Resulullah (sav) şöyle buyurur: “Kadınlar, erkeklerin emsalleridir.” (Sahihu’l-Camii’s-Sağir, hadis no:2329)
Ömer b. Hattab der ki: “Biz, cahiliye döneminde kadınları insandan saymazdık. İslam gelip Yüce Allah kadınlardan bahsedince, onların da bizim üzerimizde haklarının olduğunu gördük.” (Buhari, 12/418)
İmam Şevkani der ki: “Alimlerden hiçbirinin, Ravisi kadındır diye bir hadisi reddettikleri nakledilmemiştirÜmmetin, yalnızca bir kadın sahabeden rivayetle kabul ettiği pek çok hadis vardır. Bu gerçeği, az da olsa hadis ilminden nasiplenen hiç kimse inkar edemez.” (İmam Şevkani, Leylü’l-evtar, 8/122)
Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor: “Resulullah, (sav) ‘Kadınlara iyi davranın’ buyurdu.” (Buhari, 11/162. Müslim, 4/178)
Hz. Ömer şöyle demiştir: “Bir konuda kendi kendime düşünürken hanımım, ‘Peki şöyle şöyle yapsan’ dedi. Ben de ona çıkışınca o bana, ‘Ne garip adamsın ey Hattab’ın oğlu! Kızın sürekli Resulullah’a görüş bildirirken, nedense sen kendine bir teklifin sunulmasını, istemiyorsun?’ dedi.” (Buhari, 10/239. Müslim, 7/141)
Bir rivayette şöyle geçmektedir: (Hanımı Hz. Ömer’e) “Sana bir şeyler söylediğimde niçin bu kadar kızıyorsun? Allah’a yemin olsun ki Resulullah’ın hanımları o kadar çok şey söylüyorlar ki…” (Buhari, 11/191. Müslim, 4/191)
Peygamberimiz (sav) döneminde hanımlar toplum içinde öndeydi
Ümmü Atiyye şöyle anlatıyor: “Bayram günü dışarı çıkmakla emrolunduk. Hatta genç kızlar, kadınlar bile dışarı çıktılar. Erkeklerin arkasında, onlar da tekbir getirerek, dua ediyor ve bugünün hürmetine günahlarından temizlenmek istiyorlardı.” (Buhari, 1/439)